Osmanlıdan günümüze eğitim

Hepimiz okuduk okutulduk bakalım neler değismiş  /   Eski eğitim-yeni öğretim

Osmanlı’da ilkokula başlama yaşı dört ilâ altıdır. Bu zamana kadar çocuk ruhen eğitime hazırlanır, okula başlama günü geldiğinde de merasimle evinden alınır, bütün öğrencilerle, velilerle birlikte şarkılar, marşlar eşliğinde okula gidilirdi… Buna “Âmin Alayı” denirdi.

İlkokul süresi genel olarak dört yıldı. Ancak yıllar değil “öğrenme” esas alınır, çocuk temel bilgileri alana kadar ilkokulda okurdu. İlköğretim fakir çocuklara ücretsiz (artı iki öğün yemek, elbise ve cep harçlığı), varlıklı ailelerin çocuklarına ücretliydi.

Okulları daha ziyade vakıflar kurardı. Genel bir eğitim programı elbette ki vardı, ama her okul istediği konulara ağırlık vermekte özgürdü.

Kimi musikiye, kimi lisana, kimi sanata, kimi din bilgilerine ağırlık verir, okullar vakıflar tarafından açıldığı için müfredat, vakıf sahipleri tarafından belirlenirdi.



Meselâ, bizim Feridun Bey olarak tanıdığımız edebiyatçımız Ahmed Feridun Paşa, vakfettiği “Muallim-hâne-i Sübyan”da (ilkokul) Türkçe, Arapça ve Farsça öğretilmesini şart koşmuştu.

Kabiliyetler ilkokullarda belirlenir, çocuklar buna göre eğitilirdi. Musikiye kabiliyeti olanlar musiki konusunda, hat sanatına yatkın olanlar hattatlığa yönlendirilir, ağırlıklı olarak bu derslerle ilgilenmesi sağlanırdı.

Meşhur bestekârlarımız Hammamizade İsmail Dede Efendi ile Hacı Arif Bey böyle bir okulda keşfedilmiştir.

Çocuklar, bize telkin edildiği gibi “cahil adam”lar tarafından eğitilmez, iyi yetişmiş bilge hocalar tarafından yetiştirilirdi.

Bunu ben söylemiyorum, Alman eğitimci Hellert söylüyor: “İlkokul öğretmenleri umumiyetle iyi yetişmiştir. İstanbul, dünyanın bütün başkentlerinden daha fazla eğitim ve öğretim kurumlarına sahiptir.”

Kanuni Sultan Süleyman zamanında Osmanlı Devleti’ni gezen Fransız gezginlerden Belon ise şöyle diyor: “Her köyde mutlaka bir mektep vardır ve yalnız erkek çocuklar değil, kızlar da okumaktadır.”

“Osmanlı insanı cahildi, okuma-yazma oranı düşüktü” diyenlerin belki yüzü kızaracak, ama 17. Yüzyıl ortalarında İstanbul’da 2.000 civarında, Amasya’da 200, Erzurum’da 110 sıbyan mektebi (ilkokul) vardı.

Bu sayıları şehirlerin o zamanki nüfusuna orantılarsanız, Osmanlı Devleti’ndeki okullaşmanın ne kadar yaygın olduğunu görürsünüz…

Hele de üst düzey bürokrat yetiştirmek amacına yönelik olarak düşünülen eğitim kurumu Enderun: Amerikalı ünlü eğitimci Andreas Kazamias “Platon’un ‘İdealimdeki okul’ dediği okul Enderun’dur” derken, Lewis Terman (Stanford-Binet adlı zekâ testini bulan kişi), “Öğrencilerin zekâ seviyesini ölçmek için ilk defa test sistemi Enderun’da uygulanmıştır” diyor.

Malum: Yabancılar söyleyince “bilim”, biz söyleyince “övgü” oluyor.

“Osmanlı insanı eğitimsizdi, cahildi, okul yoktu, okur-yazar sayısı azdı” gibi yaklaşımların, Cumhuriyet sonrasında başlatılan “kara propaganda”nın parçası olmaktan öte bir anlam ifade etmediği ortada…

Her Müslüman Osmanlı en azından Kur’an okuyabiliyordu. “Kur’an alfabesi” ile okul alfabesi, şimdiki gibi ayrı olmadığından, her Müslüman Osmanlı, okuma bilirdi.

Zaten halkının ekseriyeti “cahil” olan bir milletin o kadar uzun süre zirvede kalması şöyle dursun, hatta yaşaması bile imkânsızdır.

Bir de gelin şu halimize bakın: Milli Eğitim sistemimiz tam anlamıyla yaz-boz tahtası. Teknoloji geliştikçe saçmalama alanı da genişliyor. Kara tahta yerine “akıllı tahta”, yazıp-çizme yerine “tablet”, düşünmeyi öğretme yerine “a-b-c-d şıkları” arasında tercihe zorlama… Bu eğitim sisteminden “düşünen insan” zor yetişir!

Batı sisteminden Anglosakson sistemine kadar denemedik sistem kalmadı, ama kendi özgün sistemimize bir kez olsun dönüp bakılmadı.

Selçuklu/Osmanlı eğitimi bunca insan yetiştirmiş. Bunun alt yapısında Medrese var, Tekke var, Zaviye var, dergâh var ve o sistem içinde yetişen değerli isimler var. İnsan “Bunlar nasıl yetişti?” diye hiç merak etmez mi? Bizim eğitimciler bu konulara pek meraklı değil! Zaten eğitim sistemimiz, merak aşılama üzerine değil, taklit ve ezber üzerine temellenmiş.
 

Yavuz Bahadıroğlu


Yorumlar