Kayıtlar

KELİME-İ ŞEHÂDET'İN AĞIRLIĞI

Resim
Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: أشهد أن لا إله إلا الله و أشهد أن محمد رسول الله. 'Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ kıyâmet günü, ümmetimden bir adamı halkın içerisinden alır ve onun için doksan dokuz adet büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Allah Teâlâ adama sorar: ' Bu defterde yazılı olanları inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi? Kul: ' Ey Rabb'im, hayır, (hepsi doğrudur!) der. Allah Teâlâ sorar: ' (Bunları işlemenden dolayı beyan edeceğin) bir özrün var mı? Kul: ' Hayır, ey Rabb'im, der. Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ: ' Evet, senin bizim yanımızda (büyük ve makbul) bir de hasenen (iyiliğin) var. Biz bugün sana zulmetmeyeceğiz! buyurur. Hemen bir kart çıkarılır. Üzerinde, 'Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah (Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Ve şehâdet ederim ki, Muhammed Allâh'ın Resûlü'dür)' yazı

İstanbuldaki En Eski Yapı

Resim
Ön ce bir hikaye ile basliyalim Dikilitaş  Efsaneye göre At meydanı'nda bulunan Dikilitaş'ın dibinde bakırdan tılsımlı bir el varmış. Hangi tüccar İstanbul'a mal getirecek olsa doğrudan Dikilitaş'a gider, mala biçtiği değerin tutarını elin içine koyarmış. Bu bakır el malın gerçek değerini avucunu kapatarak bildirirmiş. Günlerden bir gün, Anadolu'dan gelen bir tüccar satmak üzere yanında getirdiği bir atla birlikte Dikilitaş'a gelmiş ve atın bedelini söylemiş: "On bin akçe". Sonrasında bakır ele parayı saymaya başlamış. Ancak konulan para kırk akçeyi bulduğunda el kapanmış. At tüccarı bu duruma çok öfkelenmiş. "Kırk akçe ne demek ben bunu on bin akçeye bile vermem. Ben bu eli şöyle yapar böyle ederim diyerek öfkeyle sövüp saymış sonra da hırsını alamayıp bir vuruşta eli kırmış.Çevredeki kollukçular derhal adamı yakalayıp boynunu vurmuşlar. İki gün geçmeden de at ölmüş derisi de kırk akçeye satılmış. Dikilitaş'ın Serüveni                      

Osmanlı sarayında zehirlenme tehlikesi

Resim
IV. Mehmed ve sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşada merdebani kullanırdı Tarih boyunca hükümdarlara ve devlet adamlarına karşı yapılan suikastler arasında en sık rastlanan yöntem zehir olduğundan Osmanlı sarayında da zehirlenme tehlikesine karşı bir takım önlemler alınırmış. Örneğin padişahın yemeğini ondan önce tatmakla görevli çaşnigirler  olası bir zehir tehlikesine karşı kendilerini padişaha siper ederler, yemekten ilk kaşığı mutlaka onlar alırlarmış. Çaşnigirler yeterli gelmemiş olacak ki zehri önlemek adına bir de Çin'den getirilen, içine zehirli yemek konduğunda renk değiştiren veya kırılan özel tabak, çanaklar kullanılırmış. Seladon veya daha yaygın adıyla merdebani denilen bu tabakların mani olduğu bir zehir vak'asına rastlanmamasına rağmen yüzyıllarca zehri ortaya çıkardığına inanılmış. Hatta o kadar önemsenirmiş ki kırılmamaları için Çin'den getirilirken gemiye veya hayvan sırtına konmayıp, özel taşıyıcılarla yaya olarak getirilirmiş. 1673 yılında Osmanlı toprakla

Osmanlı’nın kanatlı süvarileri: Deliler

Resim
Öylesine cesur hareket ederlerdi ki, insanları gölgelerinin bile öldürücü olduğuna inandırmışlardı. Deliler  1 . Bolum Osmanlı  kara ordusunda görevli bir askeri birliğin ismidir. "Deli" adı verilen süvarilerden oluşan bu birlik, savaşlarda üstün cesaret göstermeleri ve farklı giyinme şekilleri sebebiyle bu isimle anılmıştır.   Asıl olarak kendilerine kılavuz, rehber manasına gelen delil ismi verilmesine karşın, cesur ve korkusuzca düşmana atılmaları nedeniyle halk arasında deli olarak anılmışlardır.  Deli adını almalarının sebebi gönüllü 20-25 yaş arası gençlerden oluşmalarıydı ve savaşlarda ordunun en ön saflarında çarpışmalarıydı. En tehlikeli görevlere korkusuzca atılmaları yüzünden bu ismi aldılar. Korkutucu bir görünümleri vardı. Silah olarak eğri pala, kalkan, mızrak ve bozdoğan taşıyan deliler, başlarına pars ya da benekli sırtlan derisinden yapılmış tüylü bir miğfer giyerlerdi. Kalkanlarını da yine kuş tüyleriyle süsleyen delilerin giysileri aslan, kaplan ve tilki po

Cahil Olan Cesur Olur

Resim
Bu din, edeb dinidir . Tevâzu dinidir . Din imâmlarımız, doğrudan Kur’ân-ı Kerîm'den manâ çıkarmağa kalkışmadılar. Kendilerini bundan âciz gördüler. Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) Kur’ân-ı Kerîm'e nasıl manâ verdiğini Eshâb-ı kirâmdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kirâmın anladıklarını da, kendi anlayışlarına tercîh ettiler. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe herhangi bir Sahâbînin sözünü kendi anladığına tercîh ederdi.  Resûlullahtan ve Sahâbeden bir haber bulamayınca, ictihâd etmek zorunda kalırdı. Her asırda gelen islâm âlimleri, dahâ önce gelenlerin, büyüklükleri, üstünlükleri, vera ve takvâları karşısında titrerler. Onların sözlerine sened, delîl olarak sarılırlardı.  Bu din, edeb dînidir. Tevâzu dînidir. Câhil olan, cesûr olur. Kendini âlim sanır. Hâlbuki, âlim olan tevâzu gösterir. Tevâzu göstereni Allahü Teâlâ yükseltir. Resûlullahın Cehenneme gideceklerini haber verdiği yetmişiki bid’at fırkasının reîsleri de derin âlim idiler.  Fakat onlar, ilimlerine güvenerek, Kitâb

Kötü Din Adamının Özelliği

Resim
Bunlar, kendilerini doğru yolda sanır. Yaptıklarını beğenirler. Allahü teâlâ, herşeyin hükmünü Kur’ân-ı kerîmde bildirdi. Fakat açık değildir. Onun yüce peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm da, bunların hepsini açıkladı. Ehl-i sünnet âlimleri de, bunları, Eshâb-ı kirâmdan öğrenip kitâblarına yazdılar.  Şimdi bu kitâbları dünyanın her yerinde mevcûddur. Dünyanın her yerinde, kıyâmete kadar ortaya çıkacak olan her yeni şeyin nasıl kullanılacağı, bu kitâbların bir bilgisine benzetilebilir. Bunun mümkin olması, Kur’ân-ı kerîmin mu’cizesi ve islâm âlimlerinin bir kerâmetidir. Yalnız mühim olan şey, karşılaşılan işin nasıl yapılacağını, Ehl-i sünnet olan hakîkî bir Müslümandan sorup öğrenmek lâzımdır. Mezhebsiz din adamına sorulursa, fıkh kitâblarına uymayan cevâb vererek, insanı yanlış yola sürükler.  Arabî bilen bir kimse, bu yolu bırakıp, doğrudan Kur’ân-ı kerîmden ma’nâ çıkarmağa kalkışırsa, doğru yoldan kayar. Dîninin, îmânının sarsıldığını, belki de, küfre bulaşdığını anlamaz da, kend

Allahü teâlâ ve Peygamberi

Resim
Açık Bildirilmeyişin Sebebi Allahü teâlâ ve Peygamberi, mü’minlere merhamet ettikleri için, ba’zı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmedi. Açıkca bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmıyanlar günâha girer, farza ve sünnete kıymet vermiyenler de kâfir olurdu. Mü’minlerin hâli güç olurdu.  Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek lâzım olur. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlıyabilenlere, “Müctehid” denir. Müctehidin, bir işin nasıl yapılacağını anlamak için, son gayreti ile uğraşarak görüşüne, doğruya en yakın zannına göre amel etmesi, kendine ve ona uyanlara vâcib olur. Ya’nî, âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler, böyle yapmağı emir etmektedir.  Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını anlamağa çalışırken yanılırsa, günâh olmaz. Sevâb olur. Uğraşmasının sevâbını kazanır. Çünkü, insana gücü, kuvveti yetdiği kadar çalışması emir olundu. Müctehid yanılırsa, çalışm

ŞAKA YAPAYIM DERKEN GÜNAHA GİRMEYİN...

Resim
ARKADAŞIMA ŞAKA YAPAYIM DERKEN GÜNAHA GİRMEYİN... Akabe biatında ve Bedir savaşında bulunan Ebu Hasan (Radıyallahu anh) anlatıyor: Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber oturuyorduk, içimizden biri kalktı ve gitti. Fakat gider ayakkabılarını unuttu. Birisi onları alıp altına sakladı. Adam tekrar döndü ve:  “Ayakkabılarım?” dedi. Oradakiler:  “Görmedik” dediler. Bu sırada adam ayakkabılarını gördü. “İşteler ya! Müslüman bir adamı nasıl korkutuyorsunuz öyle” dedi. Bu sefer saklayan adam, Peygamberimize: “Ya Resulallah! Şaka olsun diye yaptım” dedi. Peygamber Efendimiz de, iki üç defa: “Nasıl olur da bir mü’mini korkutursunuz” diye ikazda bulundu. (Taberani; Ettergib: 4/263; Mecma’uz-Zevaid: 6/253; El-İsabe: 4/43) Abdurrahman b. Ebu Leylâ’dan: Bize Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in arkadaşları anlattılar. Onlar, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber bir yolculukta iken içlerinden biri uyumuş, başka biri de hemen gidip onun yanındaki urganını saklamış. A

Biz sizleri ALLAH (Celle Celaluhu) için seviyoruz.

Resim
Esselamu Aleyküm ve Rahmetullah Kardeşlerim, bu fakir, ilk kez Gerçek Tarih Deposu facebook hesabı oluşturdu. (facebook hesabınız yok mu diye soranlar olduğundan) Paylaşım ve haberleşmemizi kuvvetlendirmeye faydası olur Paylaşımlarımızı bu adresten de yaparız Tabiki sizlerin desteği olursa inşaAllahu Rahman. Onun için desteklerinize ihtiyacımız var, alakanıza şimdiden teşekkür ederiz. Selam ve dua ile aşağıdaki linke tıklayıp "Beğen" yapmanız yeterli olacak. ALLAH (Celle Celaluhu) sizleri eksik etmesin, korusun. Biz sizleri ALLAH (Celle Celaluhu) için seviyoruz.       (Asagidaki link'i tiklayarak gidebilirsiniz.) https://www.facebook.com/pages/Gercek-Tarih-Deposu/536344873116611 https://www.facebook.com/pages/Gercek-Tarih-Deposu/536344873116611

Osmanlı İmparatorluğu'na uzun yıllar hükmetmiş padişahların mezarları nerede?

Resim
Osmanlı İmparatorluğu'na  padişahların 'na   Çok   ş ey bor ç luyuz. Osman Gazi Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi, 1258'de, Sögüt'te doğdu. Babası Ertugrul Gazi, Annesi Hayme Hatun'dur. Osman Gazi, 1326'da Bursa'da Nikris (goutte)  hastalığından öldü. Kabri Bursa'da Osman Gâzi Türbesi'ndedir. Orhangazi Osmanlı sultanlarının ikincisi. 1281 yılında Söğüt'te doğdu. Babası Osmanlı Devleti ve hânedânının kurucusu Osman Gâzi, annesi Ömer Bey'in kızı Mal Hâtundur 1359 yılında felç geçirerek ölmüştür. Kabri Bursa'da Osman Gâzi Türbesi'ndedir. I. Murat Osmanlı sultanlarının üçüncüsü Sultan Birinci Murad, 1326'da, Bursa'da doğdu. Babası Orhan Gazi, annesi Bizans tekfurlarından Yar Hisar Tekfuru'nun kızı olan Nilüfer Hatun'dur (Holofira). 1382 yılından itibaren "Murad Hüdavendigâr" diye anılan Sultan Birinci Murad, Birinci Kosova Savaşı'ndan sonra savaş alanını gezerken, Sırp Asilzâdesi Milos Obraviç

Cuma Gününün Sünnetleri

Resim
Cuma gününün 20 sünneti ve edebi vardır. Bunlar şunlardır: Cumayı Perşembeden karşılamalıdır. Meselâ; yeni ve temiz elbiseyi hazırlamalı, işleri bitirip Cumayı ibâdetle geçirmeye gayret etmeli. Cuma gecesi ehli ile gusül abdesti almalı. Her ikisine köle azat etmiş gibi sevap verilir. Cuma günü, Cuma namazı için gusül abdesti almalı.  (Bu gusül hakkında, farz diyenler de vardır.) Başı tıraş etmeli. Sakalın bir tutamdan fazlasını ve tırnakları kesmeli ve beyaz giymeli. Cuma namazına mümkün olduğu kadar erken gitmeli. Ön safa geçmek için, cemâatin omuzlarından aşmamalı. Câmide namaz kılanın önünden geçmemeli. Erken gidip birinci safta yer almalı. İmam minbere çıktıktan sonra hiçbir şey söylememeli, ezanı da tekrar etmemeli. Namazdan sonra, Fâtiha, Kâfirûn, İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini 7 defa okumalı. İkindiye kadar câmide kalıp, ibâdet etmeli. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından anlatan âlimlerin dersinde bulunmalı. Cuma günü duânın kabul olduğu vakti aramalı, bunun için hep ibâdet e